CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Parti Meclisi gündemini kamuoyu ile paylaştı. Yücel, konuşmasında, TBMM gündemine gelmesi beklenen 9’uncu Yargı Paketi hakkında, "Geçen hafta, bu pakette yer alacağı söylenen, çok tehlikeli bulduğumuz ve Türkiye'de temek hak ve özgürlüklerde ciddi bir gerilemeye neden olacak 'etki ajanlığı' düzenlemesi ile ilgili uyarmıştık. Bu düzenleme kamuoyunda gündeme geldiği hali ile yasalaşırsa, yasadaki suç tipi 'somut, belirli ve öngörülebilir' olmayacaktır" dedi. Yücel, Sinan Ateş cinayeti hakkında MHP lideri Devlet Bahçeli'ye de seslenerek, "Acılı eşinin de, toplumun ve kamuoyunun beklentisi de, bu olayın perde arkasındaki azmettiricilerinin tespit edilerek, kim yada kimler tarafından korunuyorsa korunsun, yargı önüne çıkarılması ve adaletin tecelli etmesidir. Sayın Devlet Bahçeli’ye de tavsiyemiz, Sinan Ateş davasının örtbas edilmesine alet olmamasıdır" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe giren yeni "Seferberlik ve Savaş Hâli Yönetmeliği"ne göre, seferberlik yetkisinin Bakanlar Kurulu’ndan Cumhurbaşkanı'na geçmesini de eleştiren Yücel, "Bu yetkinin tek bir kişiye verilmesi demokrasiyle bağdaşmaz. Demokrasi, kurumlar, kurullar ve kurallar rejimidir. Demokrasinin denge ve denetim mekanizmalarının olmadığı bir sistem; hem hataya açıktır, hem de kötüye kullanılmaya müsaittir" ifadelerini kullandı.
CHP'nin önceki gün Ankara'da düzenlediği Büyük Emekli Mitingi'ne de konuşmasında değinen Yücel, şunları söyledi:
"17 bin 725 lira olduğu ülkemizde, emekliler, 10 bin lira maaşları ile hayatta kalma mücadelesi veriyor. Neyi, nereden daha ucuza alırım diye market market geziyorlar, sırf daha ucuz diye pazar alışverişlerini akşam üstü yapıyorlar. Hatta, üzülerek ifade ediyorum ki, birikimi ya da yan geliri olmayan, çocuklarından, ailesinden destek alamayan birçoğu, pazar sonrasında tezgahlarda kalan meyve sebzeleri topluyorlar"
Yücel'in konuşmasının tam metni şöyle:
"Bugün 27 Mayıs askeri darbesinin yıldönümü... Merhum Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı saygıyla ve rahmetle anıyorum.
"Halkın iradesi dışındaki her müdahale, demokrasimize yapılmış en büyük kötülük"
Darbeler Türkiye'de demokrasinin ilerlemesine hep engel oldu. Ülkemizin çok partili hayata geçişini sağlayan Cumhuriyet Halk Partisi, şimdiye kadar askeri ya da sivil bütün darbelerin karşısında olmuştur, bundan sonra da darbelerin karşısında olmaya devam edecektir. Halkın iradesinin dışındaki her türlü müdahale, ülkemize ve demokrasimize yapılmış en büyük kötülüktür.
"Emekliler pazar sonrasında tezgahlarda kalan meyve sebzeleri topluyor"
Dün Türkiye’nin dört bir yanından gelen emeklilerle birlikteydik. Ankara Tandoğan Meydanı’ndan emeklilerin haklı taleplerini bir kez daha dile getirdik. Açlık sınırının 17 bin 725 lira olduğu ülkemizde, emekliler, 10 bin lira maaşları ile hayatta kalma mücadelesi veriyor. Neyi, nereden daha ucuza alırım diye market market geziyorlar, sırf daha ucuz diye pazar alışverişlerini akşam üstü yapıyorlar. Hatta, üzülerek ifade ediyorum ki, birikimi ya da yan geliri olmayan, çocuklarından, ailesinden destek alamayan birçoğu, pazar sonrasında tezgahlarda kalan meyve sebzeleri topluyorlar. Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik buhranı emekliler iliklerine, kemiklerine, hücrelerine kadar hissediyor.
Biz, en düşük emekli aylığı ve emekli bayram ikramiyeleri asgari ücret seviyesine çekilinceye kadar, emekli aylıkları arasındaki farklılıkları giderecek intibak yasası çıkarılıncaya kadar, bu ülkenin ekonomisine, üretimine katkı sunan emeklilerimiz el üstünde tutuluncaya kadar emeklilerimizle birlikte mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.
9’uncu Yargı Paketi
Önümüzdeki günlerde 9’uncu Yargı Paketi'nin TBMM gündemine gelmesi bekleniyor. Geçen hafta, bu pakette yer alacağı söylenen, çok tehlikeli bulduğumuz ve Türkiye'de temek hak ve özgürlüklerde ciddi bir gerilemeye neden olacak 'etki ajanlığı' düzenlemesi ile ilgili uyarmıştık. Bu düzenleme kamuoyunda gündeme geldiği hali ile yasalaşırsa, yasadaki suç tipi 'Somut, belirli ve öngörülebilir' olmayacaktır.
Ceza hukukunun temeli 'suç genel teorisine göre' suç oluşması için 4 tane ana unsur vardır. Maddi unsur yani hareket, manevi unsur yani kasıt, kanunilik unsuru, bir diğer adıyla tipiklik, yani bir eylemin yasada suç olarak tanımlanması', hukuka aykırılık yani hukuka uygunluk sebebi bulunmaması. AKP’nin Meclis'e getirmeye ve yasalaştırmaya çalıştığı 'etki ajanlığı' suçunda sakat olan unsur 'kanunilik unsuru' dur.
Bir eylemin suç teşkil etmesi için her şeyden önce, yasadaki suç tipine uygun bir eylem olması gerekir. Peki hangi eylem etki ajanlığıdır, hangi eylem değildir? Buna karar verecek olan kimdir? Devletin iç ya da dış siyasal yararları nelerdir? Bunlar, yani devletin iç yada dış siyasal yararları ve bunlara aykırı eylemler, AKP’nin günü birlik uyguladığı değişken politikalara göre mi belirlenecektir?
Türk Ceza Kanununun 'Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar', 'Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar' 'Milli Savunmaya karşı Suçlar' 'Devlet sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk' başlıkları altında düzenlenen suç tipleri, bu kadar mı yetersiz kalmıştır da, AKP iktidarı böyle bir düzenleme yapmaya ihtiyaç duymuştur?
"Geçmişte, 'eleştiri' sınırları içinde kalan sözler, AKP rahatsız oldu diye cezalandırıldı"
Her karşı çıkışı, her eleştiriyi kendi iktidarına karşı bir tehdit olarak algılayan AKP, şimdi de bu düzenlemeyle, kendisine muhalif olan herkesi 'ajan' ilan etmeye hazırlanıyor. Ülkemizde geçmişte, 'eleştiri' sınırları içinde kalan pek çok söz, sırf AKP rahatsız oldu diye cezalandırıldı. Bu düzenleme hiç şüphesiz, AKP’nin temel hak ve özgürlükler konusunda bozuk siciline yenilerini ekleyecektir.
Belirsiz, öngörülemez ve muğlak ifadelerle, siyasi iktidarın elinde muhalifleri bastırmak, gazetecileri ve siyasileri susturmak için bir aparat olarak kullanılacak bir suç oluşturulamaz. Basının, kamuoyunun, siyasilerin verdikleri tepkiler nedeniyle; iktidarın 'etki ajanlığı' düzenlemesinde kısmi bir yumuşama ve düzenleme yapması basına yansıdıysa da toplumsal barışı bozacak, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayacak, haksız yaptırımlarla mağduriyetlere neden olacak, hukukun evrensel ilkelerine aykırı olan bu düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hiç getirilmemesi gerekmektedir.
"Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesine ortak olacak"
AKP iktidarı ve Erdoğan’la birlikte ülkemiz her alanda gerilemeye devam ediyor. Bunlardan biri de Dışişleri… AKP, Meclis'e sunduğu kanun teklifi ile Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı diye bir vakıf kuruyor. Bu vakıf neyin nesidir diye baktığımızda görüyoruz ki paralel bir Dış İşleri Bakanlığı kuruluyor. Vakfın amacı nedir? Güya bakanlığın hizmet kalitesini arttırmakmış. İyi de arkadaş, Dışişleri bakanlığına girmek için KPSS şartını siz kaldırmadınız mı?
Dışişleri Meslek Memurlarının alımı için oluşturulan kurulun, büyükelçiler arasından belirlenmesi şartını siz kaldırmadınız mı? Sınav kurullarının elçi ve büyükelçilerden belirlenmesi şartını siz kaldırmadınız mı? Hem liyakatsiz alımların önünü açacaksın, hem de bakanlığın hizmet kalitesini artırmak için vakıf kuracaksın. Bu vakfın, AKP kadrolarının bankamatik personel deposu haline getirileceğini şimdiden ifade etmekte fayda var. Vakfın mütevelli heyeti başkanlığını dışişleri bakanı üstlenecek, mütevelli heyeti de kendisinin belirlediği 10 kişi olacak. Soralım Hakan Fidan’a, listen hazır mı Sayın Fidan? Hangi AKP eski milletvekili, belediye başkanı, adayları, il, ilçe başkanları olacak? Asıl önemli kısım bu vakıf, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesine ortak olacak. Bakanlığın vize gelirlerinden pay alacak.
Bakanlığın kasasından 'vakfa aktarılan milletin parası' birçok muafiyetten yararlanarak harcanacak, ancak denetlenemeyecek. Tasarruf tedbirleri diye uydurdukları işlevsiz programdan kendilerini işte böyle sıyırıyorlar. Bağış adı altında, 'Kimlerin vergi borcu silinecek?' AKP vakıf adı altında kurduğu, kurdurduğu kendi kurumlarına yıllarca halkın milyarlarını aktardı. Belediyelerin, bakanlıkların bu şekilde içini boşalttı. Buradan ilan ediyoruz. Bu vakıf 'Paralel Dışişleri Bakanlığı'dır. Malum kendileri bir dönem paralellerle çok yakındılar.
El âlem, Türkiye'ye geçerliliğini kaybetmiş pasaportuyla, kimliğiyle giriyor, bizim saygın hocalarımız, sanatçılarımız, iş adamlarımız bırakın turistik geziyi seminerler, konferanslar, fuarlar için vize alamıyorlar. Tüm bunlar olurken; Hakan Fidan, kasa olarak kullanmak amacıyla kendisine vakıf kuruyor. Bu işlerle uğraşacağınıza, değerini diplere kadar indirdiğiniz Türk pasaportunun itibarını yükseltin.
Tugay Komutanının makam aracıyla "insan kaçakçılığı" yapması
Geçtiğimiz hafta, Gazeteci Barış Terkoğlu, ülkemizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de yakından ilgilendiren bir konuyu kaleme almıştı. Suriye’de görev yapan bir Tugay Komutanının makam aracıyla insan kaçaklığı yapıldığını ortaya çıkardı. Millî Savunma Bakanlığı doğruladı, içimizdeki 'çürük elmalar' denildi. Tuğgeneral açığa alındı, soruşturmalar açıldı, olaya karışan diğer askeri personellerin de sözleşmeleri feshedildi… Eminiz ki, AKP iktidarı ve Milli Savunma Bakanlığı yetkilileri bu olayın aslında ne kadar içler acısı bir olay olduğunun farkında bile değil.
TIKLAYIN - MSB sınırda "insan kaçakçılığı" iddialarını doğruladı: Sözleşmeli personelin sözleşmesi iptal edildi; tuğgeneral emekliliğe sevk edildi
FETÖ denilen hain terör örgütünü başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere; devletin tüm kademelerine getirenler, aslında bugünlerin ilk adımını atanlardı. FETÖ’nün isteğiyle TSK’da liyakati ortadan kaldırdınız. Onlarca muvazzaf subayı iftiralarla yargıladınız, tutukladınız, Silivri zindanlarına gönderdiniz. Pırıl Pırıl Atatürkçü subaylarının yükselmesini engellediniz ve neticede 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu. Kurucusu Mete Han, Ebedi Başkomutanı Atatürk olan, emperyalizmi dize getiren tek düzenli ordu, sizin liyakatsiz yönetiminiz nedeniyle bir dönem FETÖ’cü hainlerin yuvası oldu.
2016’da ülkeyi OHAL kararnameleriyle yönetirken, OHAL kapsamında yayımlanan kanun hükmünde kararnameyle, Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) yapısını değiştirdikleri gün aslında bugünlerin ilk adımı atıldı. YAŞ’a başbakan yardımcılarını, bakanları dâhil ederek askerle siyasilerin aynı masada oturmalarını normalleştirenler, orduya siyaseti karıştıranlar; Bu tuğgeneralin arabasına benzini koyanlar, sınırda yolunu açanlardır.
Onlara sesleniyoruz: TSK içerisinde liyakatin ve personel seçiminin önemini bir kez daha anladığımız vahim bir olayla karşı karşıyayız. TSK’da liyakate dayalı personel seçim ve görevlendirme sisteminden asla vazgeçmemeniz gerektiğini, devletin tüm unsurları ve imkânları ile düzensiz göç ve insan kaçakçılığıyla mücadele etmek zorunda olduğunu artık idrak etmek zorundasınız. Aksi takdirde askeriyede yarattığınız liyakatsiz kadrolaşmanın, güvensizlik ortamının ve yanlış sınır politikalarınızın bedelini, bu ülke çok acı ödeyecek.
"Seferberlik ilanı yetkisinin tek bir kişiye verilmesi demokrasiyle bağdaşmaz"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1990 yılında çıkarılan Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü'nü 34 yıl sonra yürürlükten kaldırdı, yeni Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği'ni Resmi Gazete'de yayımladı. Hepinizin bildiği gibi seferberlik ilanı yetkisi Bakanlar Kurulu'ndaydı. Geçmişte Bakanlar Kurulunda olan bu yetki, yeni yönetmelikle doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına verildi. Yani yine tek adama...
Bakın, bu çok tehlikeli bir durumdur. Yani bu yetkinin tek bir kişiye verilmesi demokrasiyle bağdaşmaz. Demokrasi, kurumlar, kurullar ve kurallar rejimidir. Demokrasinin denge ve denetim mekanizmalarının olmadığı bir sistem; hem hataya açıktır, hem de kötüye kullanılmaya müsaittir.
TIKLAYIN - Yetki sadece Cumhurbaşkanı'nda: Erdoğan “ayaklanma ve kalkışma” durumunda seferberlik ilan edebilecek!
Bir örnek verelim; 'Savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi', 'Ayaklanma olması, vatan ya da Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın olması', 'Ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten yada dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması' hallerinde; seferberlik ilan etme yetkisi Cumhurbaşkanına veriliyor. Seferberlik kapsamına 'kalkışma' ve 'ayaklanma' gibi muğlak ifadeler eklenmiş. Bu muğlak ifadeler toplumda tedirginlik yaratmaktadır.
AKP iktidarının, neredeyse kurulduğu günden bugüne hep bir darbe ve kalkışma paranoyası içinde olduğunu, bunun sonucunda da sert ve temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı önlemler aldığını biliyoruz. Yoruma açık, muğlak ifadeler içeren kötüye kullanılabilecek yönetmeliklerle toplumun huzurunu bozuyor, sözde toplumsal güvenlik adı altında, kendilerine bir dokunulmazlık kalkanı inşa ediyorlar!
"Erdoğan, iktidarını kaybetme korkusuyla yeni düzenlemelerle elini kuvvetlendirmeye çalışıyor"
Kime göre kalkışma, kime göre ayaklanma? Dün yaptığımız 'Emekli Mitinginin' AKP iktidarının gözünde, kalkışma olmayacağının bir garantisi var mı? Ülkemizin yaşadığı ekonomik buhran ortada. Ekonomik buhran nedeniyle Seferberlik ilan edilerek halkın ifade özgürlüğünün kısıtlanmayacağının garantisi var mı? Şimdi bu konuya dair halkımız en demokratik hakkı olan 'toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını' kullanmak isteklerini meydanlarda haykırmak isterse, AKP’nin bu eylemi, 'ülkeyi içeriden ve dışarıdan tehlikeye düşürdüğü' şeklinde yorumlamayacağının garantisi var mı? Sözün özü, istedikleri algıyı yaratıp, en küçük bir muhalif harekette bu yönetmeliği kullanabilecekler.
Tek adam Erdoğan, iktidarını kaybetme korkusuyla her geçen gün yeni düzenlemelerle elini kuvvetlendirmeye çalışıyor. Demokratik ülkelerde bu tip düzenlemelere rastlayamazsınız. Halkına açıklayamayacağı işler çeviren, koltuğunu kaybetme korkusu ve kaygısı yaşayan liderler ve iktidarlar böyle düzenlemelerden medet umar. Halkından bu kadar korkma Sayın Erdoğan. Bu korkuyu yenmenin en basit yolu da doğrunun yanında olmaktan geçer.
MHP ve Sinan Ateş cinayeti
Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’e birtakım abuk sorular yöneltmiş, bir de üstüne mertçe cevap bekliyorum demişti. Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş sokak ortasında torbacılara öldürtülürken, parti yönetiminin en üst kademesindeki bazı isimler cinayetle ilişkilendirilirken gıkı çıkmayan bir parti, bize mertlikten bahsetmesin. Devlet Bahçeli’nin sorularını ciddiye dahi almıyoruz, cevap vermeyi kendimize zul addediyoruz.
Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel grup toplantısında Bahçeli’nin konuşmasına ithafen, Sayın Bahçeli’nin konuşma metinlerini yazan 2 kişiden bahsetmişti. Genel başkanımız konuşmasında iki kişi demişti ve isim vermemişti… O iki kişi, genel başkanımız isim vermemiş olmasına rağmen üzerlerine alındılar ve sosyal medya hesaplarından ağızlarından köpük saça saça Genel Başkanımıza saldırarak kendilerini ifşa ettiler. İşin memnuniyet veren tarafı, bu ikiliye Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocaklarından kimse sahip çıkmadı.
Geçtiğimiz günlerde Sinan Ateş’in yol arkadaşlığını yapmış Ömer Zengin isimli şahıs, bir TV kanalında yaptığı açıklamada Sinan Ateş cinayetinde ismi geçen 'Olcay Kılavuz’un Semih Yalçın tarafından öldürülmekten korktuğunu' ifade etti. Türkiye’de ses getiren, sansasyonel bir cinayete ismi karışan eski bir milletvekili, bir genel Başkan Yardımcısı tarafından öldürtülmekten neden korksun?
"Bahçeli’ye de tavsiyemiz, Sinan Ateş davasının örtbas edilmesine alet olmaması"
Milliyetçi Hareket Partisi bir siyasi partidir. Bir geleneğin partisidir. Bizim MHP ile ilgili de, Ülkü Ocaklarıyla ilgili de bir sorunumuz yok. Biz bir siyasi partinin yada kurumun iç işleyişine karışmayız. Ama her kurumda, her siyasi partide suça karışan insanlar olabilir. Bizim sorunumuz; bu suça karışan, onları koruyan, bu olayın üstünü örtmeye çalışan kim varsa onunladır, onlarladır.
Sinan Ateş’in acılı eşinin de, toplumun ve kamuoyunun beklentisi de, bu olayın perde arkasındaki azmettiricilerinin tespit edilerek, kim yada kimler tarafından korunuyorsa korunsun, yargı önüne çıkarılması ve adaletin tecelli etmesidir. Sayın Devlet Bahçeli’ye de tavsiyemiz, Sinan Ateş davasının örtbas edilmesine alet olmamasıdır.