Fehmi koru*
Süper Ligi uzaktan da olsa kaygıyla izleyenlerin görmek istemedikleri korkulu rüya Pazar akşamı gerçekleşti. Trabzon’da oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe maçı biter bitmez başlayan çatışmacı ortam, yine de çok şükür, kan akmadan sona erdi.
Görüntüler, futbolseverlerin hafızalarında herhalde uzun yıllar yaşayacak.
En baştan şu kadarını söyleyeyim: Çatışmacı ortamın nereye evrilebileceği, bazıları günler öncesinden olduğunu söylese de, benim baktığım açıdan maçın yarısında bile belliydi.
Ara verildiğinde, kanallar arasında dolaşırken, aSpor kanalının yorumcusu Erman Toroğlu’dan, ‘‘Böyle giderse, görmesi gerekenler görüp tedbir almazlarsa, bu maç karakolda biter’’ tespitini dinledim.
Endişe edilen, maç bitince gerçekten oldu.
Bu sezon, Süper Lig, iki takımın diğer takımların puan olarak çok önünde gittiği bir yarış halinde geçiyor. Galatasaray ile Fenerbahçe, biri 81, diğeri 79 puanla, daha şimdiden diğer takımlardan hayli öndeler. Bir sonraki takımla -Trabzonspor ile- aralarında 30 puan fark bulunuyor.
Üçüncü sıradakinin, ne yaparsa yapsın, sezon biterken diğerleriyle arayı kapatması mümkün değil. Fark büyük çünkü.
Maç Pazar günü Fenerbahçe’nin galibiyetiyle bittiğinde, konuk takım oyuncularını taciz etmek amacıyla sahaya atlayanlar, ligin puan tablosunu ve anlamını bilmiyor olamazlar.
O tablo herkese şunu şöylüyor: Maç Fenerbahçe’nin değil de Trabzonspor’un galibiyetiyle bitseydi ve o sonuç Trabzonspor’a üç puan getirseydi bile, o puan hiçbir önem taşımayacaktı.
Lig bu sezon iki takımdan birinin şampiyonluğuyla sona erecek. O bir takım da ya Galatasaray ya da Fenerbahçe olacak. Diğer takımlar açısından dikkat edilmesi gereken tek şey, küme düşme çizgisine yaklaşmamak olmak zorunda.
Trabzonspor’un o anlamda da endişe etmesi gerekmiyor; bundan sonraki bütün maçlarında rakip takımlara yenilse bile küme düşmesi mümkün olabilecek bir yerde değil çünkü.
İyi de, Pazar günkü çatışmacı ortamı ‘suç’ yönünden soruşturacak ilgililer, Fenerbahçe oyuncularını taciz için sahaya girilmesini bir saldırı ve bu sebeple de ağır bir suç olarak karara bağlarlarsa ve en ağır cezayı evsahibi Trabzonspor’a keserlerse ne olacak?
Bu sorunun cevabını, uzak durmaları gerektiği halde sahaya giren ve kötü niyetle asla yanlarına yaklaşmamaları beklendiği halde rakip takım oyuncularına darp amaçlı yaklaşanların hiç mi hiç düşünmedikleri anlaşılıyor.
Sporseverlerin benden farklı düşünmediklerine emin olduğum bir görüşüm var: Bu yıl Süper Lig en kötü döneminde. Kendi hesabıma, tuttuğum takımın maçlarını bile izlemek içimden gelmiyor. Dikkatimi başka liglere yoğunlaştırıyorum.
Oysa, yine hepimizin fark ettiği gibi, yarışan takımlar son yılların en iyi oyuncularına sahip. Teknik yönetmenler oyuncularını modern futbolun en son taktikleriyle oynatıyorlar. Zevk alınacak goller atılıyor; kurallara uygun geçen karşılaşmaların seyrine doyum olmuyor.
Ancak maçlar, birkaçı hariç, hiç de seyredilecek olgunlukta geçmiyor. Kartlar havada uçuşuyor, oyuncular sakatlıklardan başlarını alamıyor. Bazen saha mezbaha görüntüsüne bürünüyor. Zengin kadrolu takımlar bile ilk 11 oluşturmakta zorlanıyor.
[Fenerbahçe’den Real Madrid’e transfer olan gencecik Arda Güler’e orada sahaya çıkma fırsatı verilmiyor, kızıyorum; ama bir yandan da iyi ki, bizim ligden uzakta diye düşünmeden de edemiyorum.]
Bunlar saha içerisinde olanlar; bir de saha dışında oynanan -aslında asla oynanmaması gereken- oyunlar var.
Sahadaki gerilimi artıran da, sanıyorum, saha dışı oyunların sahaya yansıması…
Takımların yöneticileri bazen en ağır ifadelerle birbirlerini suçluyorlar suçlamasına ama hiçbirinin ağzından sorunun esas nereden kaynaklandığını anlamamıza yarayacak ifadeler duymuyoruz. İmalı konuşuyorlar ve cümleleri arasındaki muğlaklığı ortadan kaldırmayı, gizemi çözmeyi bizlere bırakıyorlar.
Açık ifadeler kullanılmaması da, öyle sanıyorum ki, sahaya yansıyan gerilimde rol oynuyor.
Pazar günkü maçtan sonra da yine şifreli konuşmalar dinledik. Fenerbahçe başkanı Ali Koç, nereden icap ettiyse, ‘gerekirse alt lige düşmekten’ söz etti. Şampiyon da olabilecek bir takım durduk yere bir alt lige neden düşsün ki? Anlamak mümkün değil.
Trabzonspor kulübü başkanı Ertuğrul Doğan da, benim anlama kabiliyetimi sınayacak tarzda konuştu.
Şu cümleyi birlikte okuyalım:
‘‘Hiç kimse ya da herhangi bir kurum Trabzon şehrini, Trabzonspor Kulübünü ve Trabzonspor’un şerefli taraftarını dünkü olayların önüne meze etmeye kalkışmasın.’’
Olaylar Trabzon şehrinde ve Trabzonspor maçı sonrasında çıktı; tamam, Trabzon şehrini, Trabzonspor kulübünü ve Trabzonspor’un şerefli taraftarlarını olan-bitenle ilişkilendirmeyelim, iyi de, bir Trabzonlu ve Trabzonspor kulübü başkanı, dolayısıyla Trabzonspor taraftarı Ertuğrul Doğan olarak, olaylardan kimin suçlanması gerektiğini de söyleyiverseniz daha iyi olmaz mıydı?
Genellikle böyle maçlarda kabahat hep hakeme kesilir; ancak yorumcular ve hatta kulüp yöneticileri, olaylı maçın hakemi Halil Umut Meler‘i birkaç küçük hata dışında suçlama yoluna gitmediler.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) var bereket suçlanabilecek taraf olarak…
Ancak TFF de bugüne kadar hiçbir kabahati üstlenmedi.
Yoksa suçlu aranmaması mı gerekiyor?
Ali Koç’un, maç sonrası yaptığı hiddetli ve şiddetli konuşmada, biletin kulübüne kesilmesinden endişe ettiği belli oluyordu.
Bir de bakmışız, bizde sokak kavgalarında da çoğunlukla yaşandığı gibi, dayak atılmak istenen bu olayda da suçlu ilan edilivermiş…
İşte o zaman, ilk kulağıma eriştiğinde anlayamadığım, ‘alt kümeye düşme’ endişesinin sebebini de kavramış olurum.